Atatürk, sadece bir komutan ya da bir siyasetçi değildi. O, yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden, çağdaş, bağımsız ve ulusal egemenliğe dayalı yepyeni bir devlet inşa eden, vizyoner bir liderdi. Onun mirası olan Türkiye Cumhuriyeti, sadece coğrafi bir varlık değil, aynı zamanda akıl ve bilimin rehberliğinde yükselen, kadın-erkek eşitliğini temel alan, laik ve demokratik bir fikrin vücut bulmuş halidir.
Bugün, Atatürk'ü anarken, sadece tarihte kalmış bir kahramanı yad etmiyoruz. Onun "En büyük eserim" dediği Cumhuriyet'in değerlerini ne kadar sahiplendiğimizi, ne kadar yaşattığımızı sorguluyoruz.
Atatürk'ün gençliğe hitabesinde çizdiği istikamet, bize düşen görevin sadece hatıralara sahip çıkmak olmadığını açıkça gösteriyor: Bilim, akıl ve çalışkanlık.
10 Kasım hüznü, milletçe paylaştığımız derin bir duygudur. Ancak bu hüzün, bizi pasifliğe değil, eyleme itmelidir. Unutmamalıyız ki; bir lideri yaşatmanın en onurlu yolu, onun ideallerini hayata geçirmektir.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin bireyleri olarak bizlere düşen görev; fikir hürriyetine, bağımsız yargıya, toplumsal barışa ve en önemlisi de demokrasiye sahip çıkmaktır. Her alanda en iyi olmak için çabalamak, eğitimi her şeyin temeli kabul etmek ve memleketimizi fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesillerle geleceğe taşımaktır.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü, aramızdan ayrılışının yıl dönümünde rahmetle, minnetle ve onun açtığı yolda yürüme kararlılığıyla anıyoruz. Ruhu şad olsun.